Ülkeler tarafından neredeyse her alanda kullanılan elektrik enerjisi, hidroelektrik, termik ve nükleer santrallerden sağlanmaktadır. Suyun potansiyel enerjisinden yararlanarak hidroelektrik santrallerde (barajlar) üretilen elektrik enerjisinin yanında, termik santrallerde yakacakların (kömür, doğal gaz v.b) yakılmasından elde edilen elektrik enerji santralleri, Türkiye’de öteden beri uygulanan elektrik enerjisi elde etme yöntemleridir.
Atom çekirdeğinin parçalanmasından açığa çıkan enerjinin kullanıldığı nükleer santraller ise ülkemiz için yeni bir uygulama olacaktır. Uranyum atomunun zincirleme reaksiyonu sonucunda elde edilen ısının elektrik enerjisine dönüştürülmesi işlemi ileri teknolojik işlemler sonucunda oluşmaktadır. Bilim ve teknoloji ile ilgili bu konular, tamamen bilgimiz dışındadır. Kabaca bildiğimiz bir konu vardır. O da, uranyumun, hangi işleme tabi tutulursa tutulsun radyasyon üretmesi ve radyasyonun da insan sağlığı için son derece tehlikeli ve zararlı olduğudur.
Dünyada halen 30 ülkede 438 nükleer santral reaktörü enerji üretiminde kullanılırken, elliye yakın nükleer santral inşa aşamasında bulunmaktadır. 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizinde, alternatif enerji olarak devreye sokulan nükleer enerji ile petrol darboğazından kurtulmaya çalışılmıştır. Ancak, santraldeki ufak bir sızıntının milyonlarca insan ve diğer canlıların radyasyona maruz kalmasına sebep olacağı ve atık radyasyonun saklama maliyetlerinin yüksekliği ile güvenlik unsurları nükleer enerjiye olan talebi azaltmıştır.
Nükleer santrallere sahip ülkelerin ürettiği enerjinin sadece yüzde 17’sini bu santrallerden sağladığını düşünecek olursak, hidroelektrik santralleri ile termik santrallerin öneminin büyük olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de elektrik enerjisi üretimine önemli katkıları olacak olan ve sürekli engeller çıkartılarak ertelenen rüzgar enerjisi yasasının bir türlü parlamentoya getirilmemesi, Türkiye nükleer enerjiye geçmeye zorunludur diyenlerin görüşüne destek olarak algılanmaktadır. Zaten, doğalgaz kullanımı ile büyük ölçüde dışa bağımlı hale getirilen ülkemizde, enerji kayıp ve kaçakları ile yüksek hammadde maliyetlerine hiç kafa yorulmazken, işin kolayını kaçarak çözüm üretmeye çalışmak, ülke ekonomisine faydadan çok zarar getirecektir.
Elbette, nükleer enerji kullanılması gereken bir enerjidir. Ancak, Türkiye’nin enerji sorununun çözümü gibi gösterilen nükleer santrallerin çok sayıda dezavantajının da olduğu gözardı edilmemelidir. Tesisleşme maliyetlerinin diğer yakıt santrallerine göre çok daha pahalı olması, yatırım döneminin asgari (10-12) yıl gibi uzun bir süre alması, üretilen elektrik maliyetlerinin söylenenin aksine ucuz değil pahalı olması, yer seçiminde isabetli seçim yapılabilmesinin zorlukları ile atıkların korunmasının sorunlu ve pahalı olması ciddi olarak ele alınması gereken handikaplardır. 1986 yılındaki Çernobil faciasının izleri Türk halkının belleğinden silinmemiştir.
Gerek sosyal yaşamda ve gerekse teknik alanda olsun, kurallara uyma bozukluğunun had safhaya ulaştığı ülkemizde, nükleer santrallerde birçok konuda kalite ve güvenlik unsurlarının sağlanamayacağı endişesi ile Türkiye’nin turizm potansiyeli en yüksek bölgelerinden olan Akkuyu sahillerinin nükleer santral alanı olarak seçilmesine katılmamız mümkün değildir.
Yukarıda özet olarak açıklamaya çalıştığım nedenlerden dolayı, Akdeniz’in cennet köşesinde yapılmak istenen nükleer santral projesine kocaman bir “HAYIR”.